Şebnem Ferah'ın Röportajları

Salı, Ocak 12, 2010

Ormandık kül olduk, insandık kul olduk

“Bir tarafta siyaset var, bir tarafta insanların günlük hayatta ürettikleri ya da üretemedikleri bir ahlak. İstediğin kadar yasa koy, yürütmeye çalış, yargı istediğin kadar iyi çalışsın, insanın hamurunda geliştirebildiği bir ahlak anlayışı değil de, klişe bir ahlak anlayışı olursa, yarına bırakabilecek bir şeyimiz kalır mı?”


09/01/2010

Bir teneffüs sonrası 'Benim Adım Orman' adlı albümüyle içinden geçenleri en hakiki makamdan anlatmaya devam ediyor Şebnem Ferah. Bugün Bostancı Gösteri Merkezi'nde dinleyiciyle ilk buluşma öncesi, ona 'Şebocuğum' kadar yakın biri sordu soruları...


BANU GÜVEN
(Arşivi)

İlk albümüyle bende merak uyandırmıştı, üç yıl sonra kanepede oturmuş ‘Artık Kısa Cümleler Kuruyorum’u dinliyordum. ‘Bugün’ü dinlerken kıpırdayamamıştım yerimden. Bu ne kadar samimi,

ne kadar güçlü, ne kadar naif, ne kadar hakiki, ne kadar güzel bir anlatımdı. Karşımda hassas bir yürek ve pırıl pırıl bir zihin vardı.

O bana dokunmuştu. Aradan yıllar geçti, yollarımız kesişti ve bu kez gerçekten birbirimize dokunduk, arkadaş olduk.

Arkadaş olduktan sonra sadece bir söyleşi yapmıştık. Konser DVD’si çıktığında NTV’de, canlı yayında. Çok güzel olmuştu, ama bir DVD’nin yapılışı üzerine konuşmak farklıydı, bu farklı: Arkadaşımın ta karnından çıkan hisleri, sözleri, müziği konuşmak, bunu sadece iki arkadaşın sohbeti değil de, başkalarının da tanık olacağı bir sohbete dönüştürmek... Aslında arkadaşlar konuşmadan da anlaşır, üstelik biz şarkıları öyle parçalayıp bölmeyiz, ameliyat etmeyiz. Ama merak etmeyin, burada da yapmadık zaten. Ben arkadaşım Şebo’nun kendini sizlere anlatmasına aracı oldum.



Şebo’cuğum, son dört buçuk yıl nasıl geçti? Bu şarkıları nasıl biriktirdin?

Müzikle uğraşıyorsan, her sosyal ortamda bünyenin bir kısmı sanki sünger gibi çalışıyor. İçimde bir şeyleri kıpırdatacak durumları zihnim kaydediyor. Belirlenmiş bir zamanda masa başında çalışmak yöntemim değil. Uzun geçmişi oluyor bana ilham veren birçok şeyin. Böyle olunca, bir parça daha kısa sürede de ortaya çıkabiliyor. İçimde hamurlaşmış fikrin, gitarımı elime aldığımda artık neredeyse benden bağımsız bir şekilde bir parça haline dönüşmesi söz konusu. Söz, müzik birleşiyor ve ortaya üçüncü bir anlam çıkıyor. Ortaya çıkanı kaydettiysem, ertesi gün dinlediğimde bana bir gün önce yaşattığı duyguyu veriyorsa, o zaman artık ona bir parça gözüyle bakabiliyorum.



‘Benim Adım Orman’, albümdeki fikirleri çok güzel anlatan bir başlık. Daha stüdyoya girmeden söylediğinde de aynı şeyi düşünmüştüm, şarkıları dinlediğimde emin oldum. Hem senin en başında ‘Merhaba’ diyerek çağırdığın her kim varsa içine alan bir orman gibi bir insan olmayı, hem de Nazım Hikmet’in dizelerini hatırlatıyor. ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’...

Bu ülkede yaşayıp onun şiirlerinden ve cümleden etkilenmemek, ilham almamak mümkün mü? Diğer yandan orman anlatım olarak ‘Sigara’dan beri aklımda. Onun da B bölümünde, “Aklımdan geçen sözler, kalbimden gelen sesler, hepsi bir orman oldu, bir kibritle yok oldu” diyordum. O albümün arkasından ‘Kelimeler Yetse’yi yaptım, ‘Can Kırıkları’nı yaptım, aradan 10 sene geçmiş.



Seni dinlerken hep “Metaforun gücü bu” diyorum. Hatta aklıma ‘Il Postino’da Pablo Neruda’nın şiir yazmaya çalışan postacısına “Metaaforee...” demesi geliyor hep. Seni dinlerken aşka gelince ben de kendi kendime “Metaaforee...” diyorum!

İçimden böyle çıkıyor. Bazen bazı şeyleri daha net söylemek istediğim de oluyor ama, diyorum ki “Zaten bunu konuşurken yaparsın, şimdi şarkı yazıyorsun”. Bu ifade şekli daha estetik. Zaten içimde büyüyen duygularla o kadar arkadaş oluyorum ki, sonunda ne diyeceğimi fazla tartmadan onlar şarkı haline geliyor.



İnsanlarda hep bir aşk şarkısı ve hikâyesi arayışı var sanki. Bu albümde o ne kadar var?

Aslında aşkı en az anlattığım albüm bu. Doğru, benim bu mesele için koskoca bir albüm yaptığım da oldu geçmişte, aşk şarkısı yapmak da kötü değil bence. Yastığa başını koyduğunda hep görmeyi istediğin, çok özlediğin birileri vardır. Hayat devam ettiği sürece aşk da temel bir şey. Ama bu öyle bir albüm değil. Zaman içinde şunu gördüm. Önyargılar ya da hızlıca yargılama ihtiyacı, insanları içerikten çok uzaklaştırabiliyor. Bir şarkıda kaybetmek lafı geçiyor diye, birini kaybeden kadın noktasına taşımak konusunda çok acele edilmemeli bence.



İlk video klibini de ‘Yalnız’a çektin, çok sevindim. Ben şarkıyı stüdyoda ilk dinlediğimde “Titreyen çenende dünya devrilmiş” dediğinde titremiştim. ‘Yalnız’ nasıl çıktı?

İnsanlar vardır, yakınımızda da olabilirler, onlara yolda yürürken, bir bankta otururken de rastlayabiliriz. Yüzündeki çizgilerden görmüş geçirmişliğini hissedersin. Buna rağmen döner sana “Merhaba” der, sen “Nasılsınız” dersin, şanslıysanız aranızda sohbet başlar. Fark edersin ki hayata neler sığdırmış, ama hâlâ bağını koparmamış. O gün belki onun için ritüel olan o banka gidip oturmuş, belki güzel havanın tadını çıkarıyor. Belki oradaki çoluk çocuğun sesini dinlemenin, hayatta olmanın, nefes almanın tadını çıkarıyor. Böyle biriyle sohbet ettiğinde kendini o kadar küçücük, o kadar günlük şeyleri dert ederken ve aslında insanların neler yaşadığını fark ederken buluyorsun ki... O adam belki 50 yıllık hayat arkadaşını kaybetmiş oluyor, canı ciğeri 50 senedir yastığa başını birlikte koymuş. Hayatta kayıplar yaşarsın, bir sırası vardır aşağı yukarı, ama hayat ilerlerken akranın olanları da kaybetme korkusu geliyor insana, ailende kayıplar yaşamaya başladığın zaman. Belki yaş aldığım için böyle şeyleri çok düşünmeye başladım. Gerçekten tüylerim diken diken oluyor. Yaş almış birilerinin hayatla bağlarını koruyabilmesine hayranlık duyuyorum. Bu bir tarafı, bir diğer tarafıysa, nakaratları düşünecek olursan, kimi kaybettiğimiz, kimi hâlâ hayatta olan, hayatını üretkenliğe adamış insanlar var. Belki bir sanat dalıyla uğraşıyor, belki bir memur, ama hayatı boyunca o işi çok iyi yapmış, birileri hayattan daha çok zevk alsın ya da daha kolay yaşasın diye uğraşmış insanlar. Bunu sürekli sorgulayarak ya da böbürlenerek değil, doğal göreviymişçesine naif bir duyguyla yapıyorlar. Bunun değerini unutur olduk gibime geliyor. Birilerinin kendi hayatlarındaki iniş çıkışlara rağmen, gerçekten sıradan bir gün için özlem duyarken, başkaları için emek harcamaktan vazgeçmemesi çok özel bir durum değil mi? Belki şarkı sözü yazmak için flaş bir konu olmayabilir, ama benim son zamanlarda giderek daha çok takdir ettiğim bir durum.



Albümün çimentosunda bir iyimserlik var ama mesela ‘Serapmış’ta kişisel, ‘İnsanlık’ ve ‘Uçurtma’da toplumsal bir serzeniş var.

Hayatı kabul etmek, kayıplar yaşamak bununla ilgili sorgulama ihtiyacının olmadığı anlamına gelmez ki. Bu işin olabilir, bir yakınını kaybetmek olabilir, senin için insanlığa dair çok değerli bir fikrin ortadan kalktığına tanıklık etmek olabilir, bütün bunların toplamı da olabilir.

‘İşte İnsanlık’ta da yine ormana çıkıyoruz.

Ormandık kül olduk, insandık kul olduk...



Ben ‘İnsanlık’la ‘Uçurtma’yı bir arada hissediyorum. Ve sen bu meseleleri anlatırken herkesin kalbine dokunacak bir dil kullanmayı tercih ediyorsun.

Hem ‘Uçurtma’da, hem ‘İnsanlık’ta anlatılanlar daha sivri, daha politik bir tavırla anlatılabilir, daha sloganvari olabilir. Ama şarkı söz konusu olduğunda, bu benim tercih ettiğim bir yol değil. Bir tarafta siyaset var, bir tarafta insanların günlük hayatta ürettikleri ya da üretemedikleri bir ahlak. İstediğin kadar yasa koy, yürütmeye çalış, yargı istediğin kadar iyi çalışsın, insanın hamurunda geliştirebildiği bir ahlak anlayışı değil de, klişe bir ahlak anlayışı olursa, yarına bırakabilecek bir şeyimiz kalır mı? Şarkı yazarken daha politik ifadeler kullanmanın şöyle bir faydası olabilir: Bazı şeylerin adının konulması bu hissiyata sahip olmayanların, olan biteni daha fazla ve hızlı fark etmesine yardımcı olabilir. Ama bunları bu kadar net cümlelerle anlatmak bana sıradan geliyor, sanatsal olarak kendi çözüm önerimi sunabilmeyi seviyorum. Herkesin elini üzerine koyabileceği bir vicdan vardır. Bundan daha gerçek bir şey var mı hayatta?



O ahlak için gerekli olan da ‘vicdan’. Onu da ‘Uçurtma’da söylüyorsun. Şu dizeler gözümden kaçmadı: “Kaldırımda bir güvercin, birden yüz üstü yere uzandı”. Hrant bu.

Evet, o iki dizeyi tamamen onu düşünerek yazdım.

‘Uçurtma’nın albümün son şarkısı olması da anlamlı bence. “Ben en güzel şarkımı henüz yazmadım” diyorsun ya, bütün bu karanlığın içinde umut dile getiren bir söz. Ben herkes bunu böyle anlasın isterim.

Ben de öyle isterim. Ama bu konuda çok aceleci değilimdir. Zaman içinde her şeyin yerine oturacağını düşünüyorum. Biz bir şeyleri algılamak için vakit ayıran, bir şeyleri kazanmak için emek sarfeden kuşağın son çocuklarıyız. Bir duruma yalnızca tanıklık etmekle, algılamak arasındaki önemli farkı tekrar hatırlayabilmek önemli. Algı bilgiye yaslanır, bilgi emeğe yaslanır, emek zamana, sabıra, istekliliğe yaslanır. Bunlardan bahsettiğinde enayi yerine bile koyulduğun oluyor artık. Bunlar bizim insan gibi hissetmemize yardım eden şeyler bence. Kaybetmemek taraftarıyım, unutuluyorsa hatırlatabilmek taraftarıyım, beş kişiye bile üç dakikalığına hatırlatabiliyorsam kendimi iyi hissediyorum.

Hatırlatıyorsun Şebo’cuğum, hatırlatıyorsun.



Düne kadar mahrem olanlar

Şebo’yla, Bostancı Gösteri Merkezi’nde bu akşam verilecek konsere beş gün kala, final provayı yaptıkları sahnede de buluşuyoruz. İki haftadır günaşırı 6-8 saat süren provalardan sonuncusu bu. Saat neredeyse 10 ama çalışmaya devam... Fondaki zarif perdede yeni albümün görsel malzemesi akıyor. Bazen müzik ve sözlere cevap verecek hareketlilikler de var sahnede. Şebnem şarkı söylerken arkasında olan bitenin de farkında. Ben bazen arkasında da gözleri var mı, diye düşünürüm. Mesela sokakta birilerinin telefonla yaptığı korsan video çekimini arkası dönük bile olsa, anında yakalar. Sahnede de “Perdeye düşen görüntünün odağı yerinde mi?” diye soruveriyor. Onun bu titizliği bende hayranlık uyandırır hep, ama ona göre zaten yapılması gereken bu, onun için ancak böyle bir anlam bütünlüğü çıkıyor.

O sahneden ve albümden zevk almamızı sağlayanlar arasında Ozan, Buket, Metin, Aykan da var. Konserlerde Ceren de onlara katılıyor. Ve tabii ki albümün prodüksiyonunda Tarkan Gözübüyük.

“Beraberliğimiz ilk albümden itibaren sahnede başladı. Tarkan 20 yıllık arkadaşım. Her şeyin neredeyse iki yılda tamamen değiştiği bir ülkede birliktelikleri uzun yıllar koruyabilmek mucize gibi. Müzikal olarak da birbirimizi o kadar iyi anlayabiliyoruz ki. Mesela Metin’in herhangi bir albümde çaldığı soloyu, ilk defa duysam da hemen tanırım. Hatta onun boyundan posundan daha iyi tanıyor olabilirim. İnsan ailesini seçerek gelmiyor dünyaya, ama seçtiği arkadaşlardan ikinci bir aile oluşturabiliyor.”

“Heyecanlı mısın?” diye soruyorum. “Evet, hem de çok heyecanlıyım Banu” diyor, “Düne kadar mahrem olan şeyi bir sürü insanla ilk kez doğrudan paylaşacak olmanın heyecanı bu...”

KAYNAK: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=973623&Date=12.01.2010&CategoryID=41

Etiketler: ,

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home