Şebnem Ferah'ın Röportajları

Salı, Ekim 31, 2006

Şebnem yine isyanlarda...

Röportaj: Şebnem yine isyanlarda...

Kaynak: radikal.com.tr

Kiminle: HIZIR TÜZEL

Tarih: Temmuz 2005


Şebnem Ferah 'Can Kırıkları'nda yine hayata isyan ediyor. Çünkü başını yastığa koyan herkesin düşündüğü türde şeylerin şarkılarını söylüyor...


İSTANBUL - Şebnem Ferah'ı beş yıldır tanıyorum. Ne zaman bir albüm yapsa damlıyorum kendisine. Seviyorum yaptığı müziği, hayattaki duruşunu. Lakin, her gördüğümde daha bir duygusal, daha üzünçlü, daha romantik buluyorum kendisini. Yıllar geçtikçe dertlenme katsayısı artıyor gibi geliyor.

Onun şarkılarını dinlerken gözlerindeki hüznün, şarkılarına çığlıklar şeklinde yansıdığını düşünüyorum. O da, 'İyi ki, bir şarkıcıyım iyi ki, böyle çığlık atabiliyorum' diyor. Gerçekten de öyle güzel çığlık atıyor ki, insanın ağzını sulandırıyor. Çünkü öylesine tatsız şeyler yaşıyoruz ki, öylesine bir tükenmişliğimiz var ki, bağır bağır bağırmak, çığlıklar atmak, isyanlar etmek geliyor insanın içinden. Sonuçta ortalık can kırıklarıyla doluyor. Şebnem Ferah da zaten Pasaj Müzik'ten çıkan albümünün ismini 'Can Kırıkları' koymuş.

Neden böyle oldu, neden ortalık can kırıklarından geçilmiyor?

Ben aslında bunun hep böyle olduğunu, ama insanın yaşı ilerledikçe tecrübelerini arka cebine koymaya başladıkça algılama mekanizmasının daha yoğun çalışmaya başladığını düşünüyorum. Yani geçmişe bakacak olursak, dünya hiçbir zaman çok da eğlenceli bir yer olmamış. Dünya hep çıkarlar için, çok büyük topluluklar için insanların öldürüldüğü bir dünya. En azından bugünden daha büyük katliamlar olmuş. Bütün bunların yer aldığı ama bir taraftan da mucizevi gibi görünen güzellikte bir yer üstünde yaşıyoruz. Nasıl algılayacağımız galiba yaşadıklarımızla değişiyor.

Kırıkları doğal karşılıyorsunuz yani.

Evet bu herkesin hayatı. Herkesin hayatı çok zor. Herkesin de koskocaman birer dünyası var, yani kimse kimseden bunları daha yoğun ya da zor atlatıyor denemez. Herkesin gerçekten elinde olmadan, istemeden içinden geçtiği tüneller var. O tünellerden geçtikten sonra belki, ilk gün ışığını gördüğümüzde mutlu oluyoruz. O ışık bizi yeniden şarj edebiliyor. Ama karanlığı tanımış oluyoruz.

Albümünüzde denizden çok söz ediyorsunuz. İyi midir aranız denizle?

Evet, sahil kasabasında büyüdüğüm için denizle aram iyidir. Benim babam denizi çok severdi. En mutlu zamanlarım belki denizde geçirdiğim zamanlardı. Bir kere o denizin her karışını tanımak isterim. Onu iyi becerebiliyor muyum, iyi dalıp çıkabiliyor muyum, her gün şaşırmaya devam ediyorum. Bir taraftan da güçlü bir yüzücü olduğumu söyleyebilirim. İyi miyim, kötü müyüm bilemiyorum ama güçlüyüm. En azından bundan yorulmuyorum. Yorulmam. Gerçekten dibinde ne var, her şeyini görmek isterim. Çıktığımda 'oh' diye nefes almak ne kadar güzeldir. Bütün bunları yaşamak isterim. Sinir uçlarımın ihtiyacı.


Ya yüz ya da boğul...

Bu hayat denizinde ya iyi yüzeceksin ya batıp gideceksin derler. İkisinin arası çok yorucu olurmuş. Yani yüzmeyi pek becerememek... Hayat boyu dalıp çıkarsın. Hep bir boğulma hali.

Çok doğru, kesinlikle. Zaten belki de o yüzden hayatla özdeşleştirmişim denizi. Çünkü ben açıkçası farkında değildim bu mefhumu bu kadar çok kullandığımın. Sonra tümüne baktığım zaman farkına vardım. Belki de bazı gerekliliklerin içinde kendimizi sonradan buluyoruz ya hayatı yaşarken, yüzmek de öyle bir şey ya. Öğreneceksin ya da boğulacaksın, az biliyorsan debelenerek gelip gideceksin, nefessiz kalacaksın, tekrar nefes alacaksın, yönünü şaşıracaksın. Aslında hakikaten benzeştirilecek bir şey. Belki de o yüzden çok kullanıyorum, bilmiyorum ki.

Boğulur gibi hissettiğinizde ne yapıyorsunuz? Çığlık atıyorsunuz gibi...

Söylediğim lafı anlatabilmek istiyorum ben şarkı söylerken. O zaman gerçekten müzik benim için hakikaten amacına hizmet etmiş oluyor. Böyle bir şey benim hayatımda hop diye çekilip alınırsa ben ne yaparım cidden bilmiyorum. Müziği, benim özgürce yaklaşımımı, istediğim zaman çığlık atıp, istediğim zaman mırıldanabilme özgürlüğümü bana aslında yaşadığım hayat ve ona bakış açım sağlıyor. Onsuz ne yapardım bilmiyorum.

Hüzün biraz da kanımızda var galiba, hüzünlü mü yetiştiriliyoruz?

Geleneklerimizde var tabii. Aslında bu yaşayış biçiminin Türklere has olduğunu da düşünmüyorum. Geleneklerde de var, kahkaha atarken ağzını kapatma refleksi, çok gülerken kötü bir şey mi olacak gibi bir şekilde yaşantımıza yerleşmiş olan, nereden çıktığına akıl sır erdiremediğim gelenekler bizim üzerimizde böyle bir etki yaratmış olabilir.

Aslında hüzün hakikaten dünyanın neresinde, her insanda, daha az ya da daha çok diyebilir miyiz, her ırktan, her gelenekten, her dinden insanın hücrelerinde olan bir şey bu, tersini düşünemiyorum. Ama bizim geleneklerimizde bunu abartabilme potansiyeli var.

Pardon ama sizin albümler de biraz hüzünlü oluyor.

Benim böyle bir iddiam, böyle bir müzik anlayışım yok. Hakikaten müzik yapmak istiyorum. Bir şekilde yer işgal edeceksem onu inandığım şekilde yapmalıyım, fikrini savunan biriyim sadece. Ama mesela albümde bir parça var, 'Kırmayalım birbirimizi' diyen. Aslında basit ama bana sorarsanız, bazı şeylerin derinliği de basitliğinde olabilir. Bugün bir arkadaşım, 'Bu parçayı dinledikten sonra telefona sarıldım ve dün kız arkadaşımı kırmıştım onu aradım' dedi. Yani bu bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Bütün insanların başını yastığa koyduğunda böyle şeyler hayal edebildiğini biliyorum. Hepimiz kendi kendimize kaldığımızda bunları düşünürüz öyle değil mi? İnsani ilişkilerimizi, ailemizi, arkadaşımızı, o gün istemeden kırdığımız ya da bizi kıran birilerini. Birinin kalbini kırdığında canın acımaz mı, düşünmez misin yalnız kaldığında. Uykunuz kaçmaz mı?

Uyku sorunum olduğu için kimsenin kalbini kırmıyor, rahat uyuyorum.

Birilerinin kendini yalnız hissettiği anlarda kalbine üç dakikalık bir su serpme, bir paylaşım etkisi yaratabilirse şarkılarım o zaman çok mutlu olurum gerçekten. Çünkü benim de dinleyip 'Demek ki bunu herkes yaşıyor' dedirttiğim, rahatlattığım parçalarım var. Hepimiz insanız ve hepimiz aslında aynı duyguları sadece başka tecrübelerle yaşıyoruz.

'Can kırıkları' isimli şarkınızda 'İçimde bir deniz var' diyorsunuz. Ben de buna inanırım. Gözyaşıyla denizin tadı aynı gelir bana.

Bedenimizin dörtte üçü sıvı. Böyle teknik bir gerçek de var. Fakat bazı şeylerin özü birbirinin o kadar aynı ki. Yani terin, gözyaşının tadının benzemesi bana hep bir şeylerin özü gibi gelir. İnsan çalıştığı zaman terler, insan üzüldüğü zaman ağlar. Bunu kelimelere dökemem, ama bütün insanların ortak buluştuğu nokta var. Evet, gözyaşı ile terin tadı aynı.

Bütün bunlar, aslında birbirimizi ayrı tutan noktaları saf dışı bırakıp, çok benzer olduğumuzu, ayrıştığımız noktaların kendi seçimimiz olduğunu ifade eden güzel ayrıntılar değil mi? O kadar saçma sapan şeylerle dolduruyoruz ki, kendimizi, kendi kendine dolu olan bir şeyi boşaltıp, içine canımız ne istiyorsa onu koyuyoruz. İşte deniz de, içine ne atarsan at, kendini yenileme potansiyeli olan bir şey. Belki sembol olarak onun için bu kadar ağırlıklı seçmiş olabilirim. Dünyanın yükünü taşıyor, bütün pislikleri içine atıyor ama duruyor dünya var olduğundan beri. Ve bir de hayatlar barındırıyor içinde.


Şebnem Ferah ile söyleşimiz sırasında ortalık can kırıklarıyla doldu. Görünmesin diye gözlüklerimizi taktık haliyle... FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home